KAYABAŞI

KAMU GÖREVİNİ İFA DERKEN VEFAT EDEN MEMUR YAKINLARININ MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARI

KAMU GÖREVİNİ İFA DERKEN VEFAT EDEN MEMUR YAKINLARININ MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARI
KAMU GÖREVİNİ İFA DERKEN VEFAT EDEN MEMUR YAKINLARININ MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARI

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına, hizmet kusuru teorisine dayanmamakta, idarenin kusur koşulu aranmadan da kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin sorumluluğu bulunmaktadır.

Ayrıca, idare kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında fertlere vermiş olduğu zararları tazmin ile yükümlüdür. Hatta bu zarar idarenin hizmet kusurundan doğmamış olsa bile objektif sorumluluk dediğimiz kusursuz sorumluluk esasına göre idarenin bu zararları zarar görenlere tazmin etmesi hukukun genel kaidelerinden biridir. Zira kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişilerin mal varlıkları veya hayatları ya da sağlıkları üzerinde meydana gelen bir zararı sadece o kişiler üzerine bırakmak, kamu hizmetlerinden yararlanan diğer fertler bakımından tam bir eşitsizlik meydana getirmektedir. İşte kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında doğan zarar bu bakımdan idarenin hizmet kusuru aranmaksızın tazmin edilmesi objektif sorumluluk adı ile bilinen hukuk kaidesi gereğidir.

Kamu hukukunda kusursuz sorumluluk, Tehlike (Risk) İlkesi ve Fedakârlığın Denkleştirilmesi (Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik) İlkesi ile açıklanmaktadır. Tehlike ilkesinin, meslek kazaları alanında uygulanma biçimi olarak ortaya çıkan mesleki risk ilkesi ise kamu hizmetinde çalışan bir kişinin görevi sırasında ya da görevi nedeniyle zarara uğraması halinde uygulanabilmekte ve oluşan bu zararda idarenin kusuru olmasa dahi tazmin borcu olduğu kabul edilmektedir.

Bu nedenle görev başında iken hayatını kaybeden polis, ambülans şoförü, itfaiye eri, infaz koruma memuru vb kamu görevlilerinin geride kalan eş ve çocukları ile birinci dereceden aile yakınlarına idari yargıda açılan tazminat davalarında maddi tazminat (destekten yoksun kalma) ile manevi tazminat ödenmektedir. Maddi ve manevi tazminatın mevzuat gereği ödenmesi gereken özlük haklar ve yardımlar dışında ayrıca dava ile talep edilen tutarlar olduğunu ayrıca vurgulamak gerekmektedir.

Özellikle terör olayları nedeniyle yada asayiş ve trafik denetimleri nedeniyle görevi başında şehit olan polis memurları ile görevi başında görevi nedeniyle hayatını kaybeden diğer kamu personelinin yakınları tarafından bu davaların açıldığı görülmekte olup, kararların Danıştay içtihatları ile şekillendiği hemen göze çarpmaktadır.

Kamu görevini yaptığı sırada yada kamu görevi nedeniyle hayatını kaybeden kamu görevlilerinin geride kalan eş, çocuk, anne/baba ve kardeşlerine idari yargı merciilerince ödenen destekten yoksun kalma tazminatları ile manevi tazminatlar yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca Danıştay içtihatları ile yerleşmiş olup, Borçlar Kanununun 55 nci maddesinde de, destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanacağı, bu kanun hükümlerinin her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda uygulanacağı belirtilmiştir. 

Destekten yoksun kalma tazminatının  amacı zararın tazmin edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle tazminat, zarar görenin zenginleşmesi veya zarar verenin cezalandırılması sonucuna yol açmamalıdır. Dolayısıyla hesaplanacak tazminatın azami miktarı, sınırı, gerçek zarar ile sınırlıdır. Tazminatın hesaplanabilmesi yerleşik yargı uygulamasında da kabul edildiği üzere hukuk bilimi dışında özel bilgi gerektirmektedir. Bu sebeple tazminat hesaplanması gereken davalarda mahkemeler bilirkişinin görüşünün alınmasına karar verebilmektedir. 

Her ne kadar son dönemdeki Danıştay içtihatları ile 3713 sayılı Kanun uyarınca emsal maaş bağlanması, yapılan ödemeler, haklar, yardımlar alınması durumunda, destekten yoksun kalma tazminatı ödenmesi talepli davalarda bu durum nazara alınarak aktif ve pasif dönemde zarar olmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmekte ise de, kanaatimizce bu içtihat isabetli olmadığı gibi Danıştay 10. Dairesinin bir önceki içtihadı hayatın olağan akışına daha uygundur. 

 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca önce idareye yapılacak başvuru sonrası dava açılması gerekmekte olup, ölüm olayının vuku bulmasından itibaren en geç bir yıl içinde idari başvurunun yapılması gerekmektedir.

Maddi tazminat dediğimiz destekten yoksun kalma tazminatı dışında vefat nedeniyle de geride kalanların üzüntüsünü bir nebze gidermek amacıyla manevi tazminata hükmedilmektedir. Manevi zararın, maddi zarar gibi hesaplanmasının olanaksızlığı nedeniyledir ki, başlangıçtan beri yargıda bir ölçüsüzlük, bir belirsizlik süregelmekte; benzer olaylar ve benzer davalarda hükme bağlanan tazminat miktarları arasında derin uçurumlar bulunmaktadır.

Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir.

Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.Manevi tazminat, duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkan nisbetinde iadesini amaçladığından hâkim, M.K.nun 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını kullanarak, manevi tazminat miktarını tespit etmelidir.

Nitekim, Danıştay İDDK'nın 2015/2933 sayılı kararında vurgulandığı üzere;

"Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarında takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceği ve manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu yasada açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir." denilerek tatmin edici olması gerektiği vurgulanmıştır.

Gerek Yargıtay’ın gerekse Danıştay’ın ilk derece mahkemesi tarafından belirlenen manevi tazminatın miktarını da titizlikle değerlendirdiği ve bu noktadan da kararlara müdahale ettiği sıkça görülmektedir. Söz konusu müdahalenin birinci şekli, ilk derece mahkemesi kararındaki manevi tazminat miktarının düşük bulunarak bozulması şeklindedir. Örneğin, Danıştay’ın 2003 yılında verdiği bir kararda, “yaralanan kişide meydana geldiği iddia edilen ve idarece de aksi ileri sürülmeyen kalıcı hasarlar ve sağlık sorunları ve de manevi tazminatın niteliği göz önüne alındığında takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersizdir” denilerek, manevi tazminat miktarının ilk derece mahkemesi tarafından yeniden değerlendirilmesini sağlamak üzere karar bozulmuştur. Yine eşi nüfus kaydında ölü görünen   kişinin, bir başkasıyla evlenmesinden sonra, eşinin aslında ölmediği, nüfus kaydına yanlış geçirildiği gerekçesiyle, sonradan yaptığı evliliğinin butlanına karar verilmesi üzerine açtığı manevi tazminat istemli davada, Danıştay “İdarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecek, idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan…” diyerek ilk derece mahkemesinin manevi tazminat miktarına ilişkin kısmını bozmuştur.

Uygulamadan en sık yapılan hata ise manevi tazminatın maddi tazminat rakamı dikkate alınarak dengelenmesine çalışılmasıdır.Manevi tazminatın maddi tazminattan ayrıca istenilmesinin nedeni bu iki tazminatın farkıdır. Şayet iki rakamı dengelemek gerekecek idiyse iki farklı talep olmaz, tek tazminat talep edilirdi. Özellikle adli yargı merciilerinde görülen bu kararlarda sanki ulufe dağıtılıyormuş gibi bilirkişi raporu sonrası "maddi çok çıktı manevi az verelim" düşüncesi hakimdir. Bu düşünceden acilen vazgeçilmelidir. 

Sonuç olarak, kamu görevi sırasında görevi nedeniyle hayatını kaybeden kamu görevlilerinin geride kalan yakınları destekten yoksun kalma nedeniyle maddi tazminat ile ölüm nedeniyle meydana gelen acı ve ıstırap karşılığı manevi tazminat talep edebilecektir. Kusursuz sorumluluk ilkesinin güzel bir örneği olan ve kamu görevinden kaynaklanan zarar nedeniyle "Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik" ilkesi uyarınca idare mahkemelerinde açılacak olan tazminat davalarında bilirkişi tarafından hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatı ile mahkeme tarafından takdir edilen manevi tazminat tutarları ilgilerine ödenmektedir.


Av. Sadi KAYABAŞI

Paylaş:
Son Blog Yazıları
1 Aralık 2024 Pazar
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile idari para cezalarının birçoğu idari yargı merciilerinin görev alanında çıkarılarak sulh ceza mahkemelerini görev alanına alınmış, Karayollları Trafik kanununda yapılan değişikliler ile birlikte idare mahkemesinin görev alan...
24 Kasım 2024 Pazar
2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da, anılan Kanun kapsamında belli faaliyetlerde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhâl veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ya da hastalık sonucu ölmeleri ...
22 Kasım 2024 Cuma
Pasaport Kanununun “Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller:" kenar başlıklı 22. Maddesinde;Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisa...