KAYABAŞI

375 sayılı KHK'nın Geçici 35. Maddesi Uyarınca Bakan Onayı ile Kamu Görevinden İhraç Edilme

375 sayılı KHK'nın Geçici 35. Maddesi Uyarınca Bakan Onayı ile Kamu Görevinden İhraç Edilme
375 sayılı KHK'nın Geçici 35. Maddesi Uyarınca Bakan Onayı ile Kamu Görevinden İhraç Edilme

15 Temmuz hain FETÖ/PYD darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal  önlemleri olarak 667, 668, 669, 670, 672, 673, 675, 677, 679, 683, 686, 689, 692, 693, 695, 697 v3 701 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile FETÖ mensubu olduğu iddiasıyla binlerce kamu personelinin görevine son verilmiştir. 

7075 sayılı Kanun ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuş ve KHK'lar ile ihraç edilen kamu personelinin OHAL Komisyonuna başvurmaları zorunlu hale getirilmiştir. 

OHAL Komisyonu kararlarına karşı ise Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından önce Ankara 19. İdare Mahkemesi ile Ankara 20. İdare Mahkemesi yetkili kılınmış, başvurularına artması üzerine de yetkili mahkeme sayısı arttırılmıştır. 

Öte yandan, 27/6/1989  tarihinde kabul edilen 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 7145 sayılı Kanunun 26 maddesi ile Geçici 35. Madde eklenmiş olup, madde ile terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kamu personelinin bakan onayı ile kamu görevinden çıkarılmalarına ilişkin düzenleme yapılmıştır.

Anılan maddeye dayanılarak özellikle İçişleri Bakanlığı tarafından polis, jandarma, sahil güvenlik personeli vb başta olmak üzere diğer kamu kurumlarında da binlerce personelin bakan onayı ile kamu görevine son verildiği görülmektedir. 

Bu şekilde kamu görevinden uzaklaştırılan personelin yalnızca savunmaları alınmakta, birçoğu neden ihraç edildiğini bilmediği gibi haklarında açılmış adli ve idari kovuşturma da bulunmamaktadır. 

Avrupa  İnsan  Hakları  Sözleşmesi’nin  6.    maddesinin  2.  paragrafında,  "bir suç  ile  itham  edilen  herkesin,  suçluluğu  yasal  olarak  sabit  oluncaya  kadar masum sayılacağı" düzenlemesine yer verilmiştir. 

  Türkiye  Cumhuriyeti  Anayasasının  “Suç  ve  cezalara  ilişkin esaslar”  başlıklı  38.maddesinin  dördüncü  fıkrasında, “ Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”, denilerek aynı ilke benimsemiştir.

Masumiyet  karinesinin;  Anayasanın  “Temel hak ve  hürriyetlerin  durdurulması”  başlıklı  15.maddesinin  dördüncü  fıkrasında,  savaş,  seferberlik,  sıkıyönetim  ve  olağanüstü hallerde  dahi  dokunulması  mümkün  olmayan  çekirdek  haklar  kategorisinde düzenlendiğini de vurgulamak gerekmektedir. 

Yukarıda  mevzuat hükümlerine yer  verdiğimiz  1982  Anayasası  masumiyet karinesini,  “suçluluğu  hükmen  sabit  oluncaya  kadar,  kimse  suçlu  sayılamaz” şeklinde  kabul  ederken;  Avrupa  İnsan  Hakları  Sözleşmesi,  “bir  suç  ile itham  edilen  herkesin,  suçluluğu  yasal  olarak  sabit  oluncaya  kadar  masum sayılacağı” şeklinde düzenlemiştir.

Masumluk karinesi, hakkındaki hüküm kesinleşinceye kadar, şüpheli/sanığın suçlu muamelesi görmemesini ve lekelenmemesini ifade eder. Hüküm kesinleşinceye kadar birey, kamuoyuna suçlu olarak tanıtılmamalıdır. Bir kimsenin suçu işlediğinin ifade edilmesiyle, bir suçtan dolayı şüpheli olduğunun söylenmesi birbirinden farklıdır ve o kişinin suçlu olduğunun kesin yargılarla ifade edilmesi, suçsuzluk karinesini ihlal eder.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun E:2010/9-88 sayılı kararında "Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk ) karinesinin bir uzantısı olan “kuşkudan sanık yararlanır ilkesi” ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Kuşkulu ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkumiyeti bir olasılığa değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır." gerekçesine yer verilmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31/03/2009 tarih ve 2008/6-256 Esas ve 2009/79 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” kuralına göre, bir kişinin bir suçtan sorumlu tutulabilmesi için bunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanuna uygun somut delillerle ispat edilmesine bağlıdır.

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolu ile verdiği  (2015/19616) kararda ;

‘’ Masumiyet karinesi, Anayasa’nın38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir .

 Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz " gerekçesine yer verilmektedir. 

Danıştay 5. Dairesi de Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından mesleğinden ihraç edilen bir hakim hakkında verdiği kararda ; 

"Davalı idarece bakılmakta olan dosyada davacının terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğuna ilişkin yeterli delil sunulmadığı, sunulan delillerin ise davacının iltisakı veya irtibatını ortaya koyacak yeterlilikte ve nitelikte olmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle, davacının FETÖ ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle tesis edilen dava konusu kararlarda hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Dava konusu kararlarda hukuka uyarlık görülmediğinden davacının bu kararlar nedeniyle yoksun kaldığı mali haklarının da yasal faiziyle birlikte ödenmesi gerekmektedir." gerekçesine yer verilerek sunulan delillerin davacının iltisakı veya irtibatını ortaya koyacak yeterlilikte ve nitelikte olmadığı sonucuna varmıştır. 

Masumiyet  karinesi,  suç  sabit  olana  kadar  “kişinin  suçlu  sayılmama” hakkını  güvence  altına  aldığından,  karinenin  işlerlik  kazanabilmesi  için  evvela ortada bir suç ithamının olması gerekir. Ancak 375 sayılı KHK'nın 35. Maddesi uyarınca ihraç edilen kamu personeli neden ihraç edildiğini bilmediği gibi hemen hemen tamamının adli/idari kovuşturma ve soruşturması da bulunmamaktadır. 

Bilindiği  gibi  idari  işlem;  yetki,  şekil,  sebep,  konu  veya  maksat  yönlerinden hukuka  aykırı  olduğu  mahkeme  kararıyla  sabit  oluncaya  kadar  hukuka uygunluk  karinesinden  yararlanır.  İdari  işlemin  hukuka  uygunluk  karinesinden yararlanıyor  olması,  her  durum  ve  koşulda  davacının  haklılığını  ispat  etmekle yükümlü  olduğu  şeklinde  yorumlanamaz. Zira  bir  idari  işlemi  tesis  eden mercii,  onun  hukuka  uygunluğunu  ortaya  koymak  zorundadır.  Özellikle  suç ithamı  niteliğine  haiz  olan  idari  yaptırımlarda,  işlemin  sebebi  ile  hukuka uygunluğunun  kanunen  kabul  edilebilir  somut  bilgi  ve  belgelerle  ortaya konulması gerekir. 375 sayılı KHK ile ihraç edilen personel için açılan davalarda, davalı idarelerce somut bir tespitin dosyalara sunulamadığı açıkça görülmektedir. 

Öte yandan, 375 sayılı KHK'nın Geçici 35. Maddesi ile mevzuatta yer alan "memurluktan çıkarma" ve "meslekten çıkarma" disiplin cezaları dışında yeni bir  ihraç türü vaz edildiği görülmektedir. Hem 657 sayılı Kanunda hem de diğer personel kanunlarında (3201, 926, 3269, 4678, 6191, 2914) yer almayan   bu usul ile bir kez savunma alınarak personelin kamu görevine son verilmektedir. Anayasanın 128. Maddesi ile ve 657 sayılı kanuna aykırı olan bu hususun Anayasa Mahkemesi önüne götürüldüğünde iptal edileceği açıktır. 

Sonuç olarak, 375 sayılı KHK'nın Geçici 35. Maddesinin verdiği yetki ile bakan onayı ile kamu görevine son verme işlemleri hukuka aykırıdır. Masumiyet karinesi ihlal edildiği gibi mevzuatta yer almayan bir ihraç türü ile kamu personeli statüsü sona erdirildiğinden iptali için idare mahkemesine başvurulması halinde bu işlemlerin iptal edileceği kuşkusuzdur. 


Av. Sadi KAYABAŞI 

Paylaş:
Son Blog Yazıları
8 Temmuz 2024 Pazartesi
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'na 6638 sayılı Kanununun 32. maddesi ile Geçici 27. madde eklenmiş ve (bazı ünvanlı kadroları işgal edenler dışında) 01/01/2015 tarihi itibarıyla İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesini ihraz edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilm...
1 Temmuz 2024 Pazartesi
Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce Genel Müdürlük statüsünde kamu hizmeti yürütmüş olup, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile birlikte 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve özel hukuk hükümlerine tabi an...
1 Haziran 2024 Cumartesi
Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonları tarafından yapılan zabıt katipliği sözlü sınavları öncesinde, sınav komisyonlarınca sınavda sorulacak soruların önceden hazırlanması ve tutanağa bağlanması, her adaya sorulan soruların kayda geçirilmesi ve adayların verdiği yanıtlara hangi komisyon...