KAYABAŞI

İMAR PARA CEZALARINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI HAKKINDA

İMAR PARA CEZALARINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI HAKKINDA
İMAR PARA CEZALARINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI HAKKINDA

3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesinin ikinci fıkrasına 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun’un 39. maddesiyle ç bendi eklenmiştir. Maddeye göre;

“ç) Bu fıkra uyarınca idari para cezası verilmesini gerektiren aykırılığa konu alan ile bu alanın bulunduğu arsa veya arazinin emlak vergisine esas asgari metrekare birim değerinin çarpımı ile bulunan bedel kadar idari para cezası yukarıdaki bentlere göre verilen para cezalarına ayrıca ilave edilir. Bu fıkraya göre verilen idari para cezasının ilgilisine tebliğinden itibaren bir ay içinde aykırılığın giderilmesi ve yapının mevzuata uygun hale getirilmesi halinde bu bent uyarınca ilave edilen para cezası tahsil edilmez.

Bu değişiklik ile 42. Madde uyarınca hesaplanan imar para cezalarına ilave ceza hesaplanması imkanı getirilerek ikinci bir cezalandırma yöntemi belirlenmiştir. Maddede sayılan kriterler cezanın hesabında yetmezmiş gibi “aykırılığa konu alan ile bu alanın bulunduğu arsa veya arazinin emlak vergisine esas asgari metrekare birim değerinin çarpımı ile bulunan bedel kadar” para cezası verilmesi öngörülmektedir. Hem ölçülülük ilkesine hem de aynı suç nedeniyle iki kez ceza verilemeyeceği kuralına aykırı olan bu maddenin iptali gerekirken Yüksek Mahkeme iptal istemini reddetmiştir. Belediyelerin de İmar Kanunu 32 ve 42. Maddeleri ne kadar objektif (?) uyguladıkları dikkate alındığında, kuralın cezalandırma amacı dışında belediyelere gelir getirme amacını taşıdığını söylemek zor olmayacaktır.

İzmir 2. İdare Mahkemesince itiraz konusu kural kapsamında ilave edilmesi öngörülen idari para cezasının ekonomik etki ve sonuçları itibarıyla ölçülülük ilkesine aykırı olduğu, kuralın ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli ve orantılı olmadığı, idari para cezasının taşınmazın emlak vergisi değeri esas alınarak hesaplanmasının aynı yapıları inşa eden ve bu sebeple aynı durumda olan kişiler için farklı sonuçların doğmasına sebep olacağı, aykırılığın giderilmesi için tanınan bir aylık sürenin yeterli olmadığı, yıkım işlemlerinin bir aylık süre içinde tamamlanamaması hâlinde idari para cezasının tahsili bakımından keyfi uygulamaların doğabileceği, imara aykırı yapı için yapı ruhsatı alınması suretiyle de hukuka aykırılığın ortadan kaldırılmasının mümkün olduğu, kural uyarınca belirlenen ilave idari para cezası yönünden muhataplığın hangi aşamada ve durumda sona ermiş sayılacağının belirsiz olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş, Anayasa Mahkemesi ise kuralı Anayasaya aykırı görmemiştir.

Yüksek Mahkeme kararında önce belirlilik ilkesinden bahsetmiş, kuralda hangi durumlarda ilave idari para cezasının verileceği, bu cezanın nasıl belirleneceği ve hangi hâllerde söz konusu cezanın tahsilinden vazgeçileceği hususlarının herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın belirli ve öngörülebilir olduğu sonucuna varmıştır.

Daha sonra ölçülülük ilkesine değinilmiş, “ Kuralla imar mevzuatına aykırı yapılar sebebiyle ilave para cezası öngörülmekte ise de ilave edilecek idari para cezasının belirlenmesinde aykırılığın büyüklüğü ve etki alanı ile arsa ve arazinin değeri gibi unsurların dikkate alınması ilave edilecek tutarın somut olayın özelliklerine uygun olarak objektif ve ölçülü bir biçimde tespitine katkı sunabilecek niteliktedir.” Şeklindeki cümle ile ölçülülük ilkesine aykırılık görmemiştir.

Anayasanın 10. Maddesinde belirtilen eşitlik ilkesi yönünden de karara vurgu yapılmış ve “İlave edilecek idari para cezasının emlak vergisine esas asgari metrekare birim değeri üzerinden hesaplanması, değerinin daha yüksek olduğu objektif olarak belirlenen alanlarda gerçekleştirilen aykırılıkların değeri daha düşük belirlenen alanlarda gerçekleştirilen aynı aykırılıklara göre daha yüksek tutarlarla cezalandırılması sonucunu doğurarak her somut olayda caydırıcılığı sağlayacak bir ceza tutarının belirlenmesini sağlayabilecektir. “ şeklindeki cümle ile eşitlik ilkesine aykırı bir yön görülmemiştir.

Yüksek Mahkemenin bu kararı, daha önceki “belirlilik, ölçülülük kararlarına aykırı olduğu gibi esasen “non bis in idem kuralını” kullandığı kararlarına da aykırıdır.

Anayasa Mahkemesi daha önce de KDV ile ilgili yapılan bir başvuruda AİM içtihadından farklılaşarak “non bis in idem” kuralını farklı yorumlamıştır. Kararda “Ceza hukuku ve kabahatler hukukunun öngördüğü yasak ve yaptırımlar farklı hukuki yarar, konu ve unsurlara ilişkin olabilmektedir. Bu hallerde, "aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama" hakkından bahsedilmez. KDV para cezasına ilişkin vergisel kabahatin koruduğu hukuksal değer ile sahte olduğu ileri sürülen faturalara ilişkin ceza hukuku kapsamındaki "suç"un koruduğu hukuksal değerler farklılık arz etmektedir. Somut olayda, ilgililerin cezalandırılması amacıyla açılmış bir ceza davası ile şirket tarafından açılmış bir vergi davası bulunduğu, farklı iki disipline ait iki dava olması nedeniyle aynı "suçtan" dolayı iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama durumunun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.” diyerek yasak ve yaptırımların farklı hukuki yarar, konu ve unsurlara ilişkin olması durumunda artık “Non bis in idem ilkesinin” uygulama alanı bulmayacağını belirtmiştir.

Bizce son derece sakat ve hatalı olan bu içtihadı idari yaptırımlar konusunda da sürdürmekte olan Yüksek Mahkeme, bir an önce bu tür kararlarından vazgeçmelidir.

Bilindiği üzere ruhsatsız yada ruhsata aykırı yapı yapıldığı zaman İmar Kanunu uyarınca para cezası verildiği gibi aynı zamanda ilgili hakkında TCK 184. Madde uyarınca imar kirliliğine neden olmak suçundan ceza davası açılmaktadır. Yapılan yargılama sonucu hem ceza mahkemesince mahkumiyet kararı hem de belediyece imar para cezası verilmektedir. Bu nedenle aynı olay ve aynı fail nedeniyle ilgili hem TCK uyarınca hapis, hem de Kabahatler Kanunu/özel kanun uyarınca para cezası ile cezalandırılmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (“AİHS”) 7. Nolu Protokolün 4. Maddesinde “ne bis in idem” ilkesine yer verilmiş ve “hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez” hükmü düzenlenmiştir. Anılan bu hüküm, bireyin sadece aynı suça ilişkin iki kez cezalandırılmama hakkıyla sınırlı olmayıp, beraat kararı olsa bile iki kez yargıla(n)mama veya yargılanmaya tabi olmama haklarını da kapsayacak şekilde üç farklı güvenceye sahiptir

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin içtihadında farklı amaç ve hukuki yarardan bahsederek “non bis in idem” kuralını Türk hukukunda kabul etmemekte ise de, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin içtihadında da belirtildiği üzere aranması gereken aynı failin gerçekleştirmiş olduğu bir fiilin, birden fazla kez cezalandırılıp cezalandırılmadığıdır. Bu noktada suç ve kabahat tarafından korunan hukuksal değeri incelemeye gerek bulunmamaktadır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi vermiş olduğu birçok kararda bir fiile hem hapis hem de para cezası uygulanmasını çeşitli nedenlerle 7 no’lu Ek Protokolün 4. maddesine aykırı görmemiştir. Ancak Ne bis in idem ilkesi açısından devrim niteliğinde olan bir karar Zolotukhin Kararı’dır.Bu kararı ile Mahkeme, yargılanan suçun aynı suç olup olmadığı kapsamında daha önce farklı içtihatlar geliştirdiğini tespit etmiş,  bu yaklaşım farklarının hukuki belirliliği tehlikeye soktuğunu belirtmiş ve Sözleşme’nin, “birebir aynı veya esaslı şekilde aynı olaylardan” doğan ikinci “suçun” yargılanmasını veya cezalandırılmasını yasakladığı sonucuna varmıştır. Mahkemeye göre, yapılacak olan araştırma, somut bir dizi olgusal koşulları içeren olaya odaklanmalı, olgusal koşullar aynı kişiyle ve zaman ve yer bakımından birbiriyle aynı olmalıdır. Bir başka deyişle Mahkeme, yukarıdaki tartışmaya son vermiş ve yapılan hareketin aynı olması gerektiğini belirtmiştir. (Altan Rençber, Kabahat Genel Teorisi Açısından Vergi Kabahatleri, )

Bu noktada Türkiye’deki  imar suç/kabahatleri açısından incelenmesi gereken husus, aynı failin gerçekleştirmiş olduğu bir hareketin, kanunun hem bir suç hem de kabahat hükmünü ihlal edip etmediği ve bu iki ihlalin içtimaya tabi tutulmadan birlikte cezalandırılıp cezalandırılmadığıdır. Buna göre eğer kişinin gerçekleştirdiği tek hareket, hem imar kirliliğine  hem de imar para cezasına neden oluyorsa bu husus Ne bis in idem ilkesi kapsamında değerlendirilecektir.

Anayasa Mahkemesi,, hem vergi suçları hem de diğer suç/kabahat teşkil eden eylemlerde aynı olay nedeniyle aynı faile verilen iki ayrı cezayı non bis in idem kuralına aykırı görmeyerek AİHM içtihadından farklılaşmış ve bizce telafisi imkansız ve hukuken sağlıklı olmayan bir içtihada imza atmıştır. Mahkemenin üye yapısının ağırlıklı olarak ceza hukukçularından oluşmasından kaynaklandığını düşündüğümüz bu içtihadın en kısa süre değişmesini temenni etmekteyiz.

İtiraz konusu olan kuralda da İmar Kanununun 42. Maddesine eklenen ç bendi ile ikinci kez değil, üçüncü kez cezalandırma amacı olduğu apaçık ortada olduğundan, belediyelere gelir sağlama amacı taşıyan düzenlemenin iptali gerekirken takdir yetkisine atıfla iptal isteminin reddi hukuken sağlıklı değildir. Yüksek Mahkeme özellikle idari yargı ve vergi yargısına ilişkin ret kararlarında takdir yetkisinden başka gerekçe kullanmamakta olup, itiraz konusu kuralın Anayasa aykırılığına ilişkin yerel mahkeme kararlarını ciddiye almalıdır. Zira, güvenlik soruşturması yapılması konusunda idareye tanınan takdir yetkisi ne kadar hatalı ise, imar para cezası/yıkım konusunda da idareye tanınan takdir yetkisi o kadar hatalıdır.

 

Av. Sadi KAYABAŞI

 

Paylaş:
Son Blog Yazıları
8 Temmuz 2024 Pazartesi
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'na 6638 sayılı Kanununun 32. maddesi ile Geçici 27. madde eklenmiş ve (bazı ünvanlı kadroları işgal edenler dışında) 01/01/2015 tarihi itibarıyla İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesini ihraz edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilm...
1 Temmuz 2024 Pazartesi
Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce Genel Müdürlük statüsünde kamu hizmeti yürütmüş olup, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile birlikte 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve özel hukuk hükümlerine tabi an...
1 Haziran 2024 Cumartesi
Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonları tarafından yapılan zabıt katipliği sözlü sınavları öncesinde, sınav komisyonlarınca sınavda sorulacak soruların önceden hazırlanması ve tutanağa bağlanması, her adaya sorulan soruların kayda geçirilmesi ve adayların verdiği yanıtlara hangi komisyon...