KAYABAŞI

Mahkeme Kararını Uygulamamak

Mahkeme Kararını Uygulamamak
Mahkeme Kararını Uygulamamak

Son dönemlerde bazı kamu kurumlarının özellikle idari yargı merciilerinin kararlarını uygulamadığı, kararları uygulamamak adına başka işlemler tesis ettikleri görülmektedir.

En baştan söylemek gerekirse  Yerleşmiş Danıştay kararları ve İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. Maddesi uyarınca idare mahkemesi kararının 30 gün içinde “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulanması gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurul kararlarında da vurgulandığı üzere mahkeme kararını uygulamamak suretiyle oluşan keyfi davranış görevin kötüye kullanılması suçunu oluşturduğu gibi aynı zamanda hukuki açıdan da tazminat sorumluluğu doğurmakta, ayrıca disiplin yönünden de yaptırım gerektirdiği açık olduğundan kararı uygulamayan kamu görevlilerinin yargılanmaları gerekmektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2'nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta, 138'nci maddesinin son fıkrasında ise; "yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." yolunda kesin ve emredici bir kurala yer verilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28'inci maddesinin birinci fıkrasında; "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." şeklindeki hükümle Anayasanın 2. maddesinde yer alan "hukuk devleti" ilkesine uygun bir düzenleme yapılmıştır. Anılan maddenin 3'üncü fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2'nci maddesinde yer alan "Hukuk Devleti" ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını "aynen" ve "gecikmeksizin" uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar geçen sürede yargı kararını uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede, kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan, Anayasanın 11'inci maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış, bu bağlamda olmak üzere 129'uncu maddenin 1'inci fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden de teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması, hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.

Yukarıda yer verilen Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, idarenin mahkeme kararlarının uygulanmasını sağlama açısından bağlı yetki içerisinde bulunduğu, başka bir ifadeyle mahkeme kararlarının doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmadan onun gerektirdiği şekilde işlem tesis etme yükümlülüğü altında bulunduğu, aksi davranışların ise hukuki ve cezai anlamda sorumluluk gerektireceği açıktır. Ancak burada önemle vurgulanması gereken husus; idarenin yargı kararlarını uygularken sadece hüküm fıkrasını dikkate alarak değil, aynı zamanda kararın gerekçesini de dikkate alarak kararı uygulamak zorunda olduğudur. Dolayısıyla, hakkında böyle bir karar verilen idare, iptal kararını uygularken, mahkeme tarafından tespit edilmiş gerekçe ve değerlendirmelere uygun olarak hüküm fıkrasında ortaya konulan hedefe ulaşmak için gerekli tüm kararları ve tedbirleri almakla yükümlüdür.

Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu; yedinci fıkrasında da idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu hüküm altına alınmıştır. Böylelikle idarenin hukuka bağlılığı, yargı denetimi sayesinde etkili biçimde sağlanmış ve idare edilenler, idarenin kanunsuz ve keyfî davranışlarına karşı korunmuştur. Anayasa’da sayılan istisnai hâller dışında idari eylem ve işlemlere karşı yargı yolunun kapatılabilmesi olanaklı değildir.

Mahkeme kararını uygulamamak suretiyle oluşan davranış görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gibi süreklilik arz etmesi halinde mobbing (eziyet etme suçu) da gündeme gelebilecektir. 

Anayasa Mahkemesi 2014/7998 sayılı kararında mobbinge ilişkin detaylı açıklama ve tespitlere yer verilmektedir. Kararda  "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına vurgu yapıldıktan sonra  "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." şeklindeki 125. Maddesine değinilmiş, devamında "Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme'nin 8. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir" cümlesine yer verilmiştir.

Kararın devamında Yüksek Mahkeme;

 "Sistemli ve kasıtlı olarak haksız şekilde gerçekleştirildiği iddia edilen eylem, işlem ve ihmallerin psikolojik taciz olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine yönelik olarak yapılacak incelemede olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır."

 Kamusal makamlar, psikolojik taciz oluşturan durumları tespitle yetinmemeli; bu tür davranışların oluşmaması ya da telafi edilmesi amacıyla etkili önlemleri hızla almalıdır. 

Somut olayda da söz konusu eylem ve işlemlerin başvurucunun yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaştığı tespit edilmesine rağmen idare tarafından zamanında etkili önlemlerin alınmaması nedeniyle idareye atfedilecek bir hizmet kusurunun bulunduğu ve bu bağlamda başvurucunun zararlarının giderilmesi gerektiği açıktır." şeklindeki  tespit ve gerekçeler ile tazminat davasını reddeden Erzurum 1. İdare Mahkemesi kararının Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. 

 Öte yandan, Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verildiği, Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmadığı yargısal içtihatlar ile kabul edilmektedir.Mahkeme kararının uygulanmadığı hallerin kasta dayalı olmayan hukuki hata olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığından  hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, olayda kişisel kusuru ve sorumluluğu saptanacak kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesinin Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu hatırlatmak isteriz. 

Sonuç olarak, mahkeme kararının uygulanmaması görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gibi süreklilik halinde mobbing (eziyet etme) suçu da gündeme gelebilecektir. Öte yandan, kasta dayalı olmayan hukuki hata olarak nitelendirilemeyeceğinden idare aleyhine ve kişiler aleyhine tazminat davası açılabileceği gibi idare aleyhine açılan tazminat davasının kişilere rücu edilmesinin sağlanması da mümkündür. 


Paylaş:
Son Blog Yazıları
24 Kasım 2024 Pazar
2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da, anılan Kanun kapsamında belli faaliyetlerde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhâl veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ya da hastalık sonucu ölmeleri ...
22 Kasım 2024 Cuma
Pasaport Kanununun “Pasaport veya vesika verilmesi yasak olan haller:" kenar başlıklı 22. Maddesinde;Yurt dışına çıkmaları; mahkemelerce yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine aidiyeti, iltisa...
18 Kasım 2024 Pazartesi
6183 sayılı Amme Alacakları Tahsili Usulü Hakkındaki Kanunun 54. maddesinde; ödeme müddeti içinde ödenmeyen amme alacağının cebren tahsil olunacağı, 55. maddesinde; amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 15 gün içinde ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olu...