Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer
Değiştirme Yönetmeliği hükümlerine göre ülkemiz atama
ve yer değiştirme için birinci ve ikinci bölge olmak üzere iki bölgeye
ayrılmış, bölgeler ve hizmet süreleri belirlenmiş, personelin, bu Yönetmelikte belirtilen süre
kadar en az bir defa ikinci bölgede hizmet görmesi zorunlu olduğu kurala
bağlanmış, atanma sırası da 24. Maddede kapsamlı olarak düzenlenmiştir.
Yönetmeliğin 24. maddesinde
”İkinci
bölgeye ilk defa atanacak personelin sırası, birinci bölgedeki hizmet
sürelerine bakılmaksızın sicil numarası, rütbeleri ve hizmet branşları göz önüne
alınarak bu bölgedeki kadro ve personel ihtiyacına göre tespit edilir. İkinci
bölgeye birden fazla kez atanacak olan polis memuru rütbesindeki personelin
sırası; branş, bu bölgeden önceki dönüş yılı ve sicil numarası esas alınarak,
diğer rütbedeki personelin sırası ise; rütbe, bu bölgeden önceki dönüş yılı ve
sicil numarası esas alınarak tespit edilir.” kuralına yer verilmiştir.
Ancak hemen her sene
24. maddeye uymadan sicil, rütbe ve branş dikkate alınmadan ikinci şark
atamaları yapılmakta olup, ülke genelinde yüzlerce dava açılmaktadır. Bu
davaların önemli bir kısmında da yürütmeyi durdurma ve iptal kararları
çıkmaktadır.
15 Temmuz hain FETÖ
darbesinden önce idari yargı merciileri ve Danıştay, ikinci şark atamalarında
yukarıda yer verilen Yönetmeliğin 24. Maddesi uyarınca birinci şarktan dönüş
yılı ve sicil numarası esas alarak atamanın yapılmaması halinde iptal
kararlarına imza atarken, 15 Temmuz sonrası oluşan iklimde bu gerekçeden
vazgeçerek atama işleminin emniyet
hizmetlerinin önem ve özelliğine uygun olarak kullanılan taktir yetkisine
istinaden yapıldığından bahisle davaları reddetmeye başlamıştır.
15 Temmuz öncesi verilen kararlarda ipka, atama sırası,
kontenjan vb çok çeşitli nedenler ile iptal kararı verilirken ve bu kararlar
Danıştay tarafından onanırken 15 Temmuz sonrası Yönetmelikte hiçbir değişiklik
olmamasına rağmen “emniyet hizmetlerinin önem ve özelliği şeklindeki” soyut
gerekçe ile davaların reddi gerekçeli karar hakkının ve adil yargılanma
hakkının ihlalidir.
İdari davalar ve vergi davalarının temyiz mercii olan
Danıştay’ın karar düzeltme üzerine verdiği bir (Danıştay 5. Daire, 2008/4210) kararda
“Bu durumda, ikinci bölge hizmetinde bulunmayan
personel ile birinci bölgeye davacından daha önce dönen personel varken
davacının ikinci bölge ikinci hizmet sırası geldiğinden bahisle Hakkari iline
atanmasına ilişkin dava konusu işlemde yukarıda anılan Yönetmelikte belirtilen kurallara ve eşitlik ilkesine
uyarlık, işlemin iptali yolundaki idare mahkemesi kararında sonucu itibariyle
hukuki isabetsizlik görülmemiştir.” denilmekte olup, idari yargı mercileri ve Danıştay yıllarca ikinci
şark polis davalarında bu gerekçeyi kullanarak işlemin iptaline karar
vermişlerdir.
15 Temmuz hain FETÖ darbesinden sonra ise önce Danıştay,
daha sonra da bazı istinaf merciileri görüş değiştirmiş ve polis davalarını
reddetmeye başlamıştır. 29.03.2017 günlü Danıştay 5. Daire kararında “idarenin
kamu hizmetinin gerekleri doğrultusunda personelin görev yerini değiştirme
konusunda kanunen sahip olduğu takdir yetkisini emniyet hizmetlerinin önem ve
özelliğine uygun olarak kullandığı, bu takdir yetkisini kamu yararı ve hizmet
gerekleri dışında öznel nedenlerle kullandığına dair herhangi bir bilgi belge
de bulunmadığı,
Nitekim, tarafımızdan
açılan bir davada Bursa 1. İdare Mahkemesince 20.06.2017 günlü karar ile “davacının
önünde yer alan personelden erteleme sınırı dahilinde idarenin hizmetine
ihtiyaç duyduğu personelin atamasını erteleme konusunda takdir yetkisi
bulunmakla birlikte uyuşmazlık konusu dönemde 3'den fazla ertelemesi olan (13
kişi) ve ikinci bölge birinci görevi hukuka aykırı ertelenen (118 kişi) olmak
üzere toplam 131 personel bulunması karşısında, ilgili Yönetmelik hükümlerine
aykırı olarak ataması ertelenen 131 personelin ikinci bölgeye atanması
durumunda 128. sırada bulunan davacının, ikinci bölge birinci görevinden dönüş
yıllarına ve sicil numarasına göre atanan personel dışında kalacağı
anlaşıldığından, ikinci bölge ikinci görev atanma sırası geldiğinden bahisle
davacının Iğdır Emniyet Müdürlüğü emrine atanmasına ilişkin dava konusu işlemde
bu nedenle hukuka uyarlık görülmemiştir.”
şeklindeki gerekçe ile işlemin iptaline karar verilmiş ise de, istinaf mercii
olan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare dava Dairesi 2017/58 sayılı
dosyada “Olayda; emniyet personelinin hizmetine duyulan
ihtiyaç nedeniyle, atama ertelemesi, bu statüye tabi olanlar için bir hak
değil, idarenin ihtiyaçlarına göre verilen bir yetki niteliğinde olduğundan, 2.
bölge 2. hizmet sırası ertelemesi uygulamasında, statü hukukundan doğan bir hak
dağıtımında söz konusu olabilecek eşitlik ilkesinin uygulama alanı
bulunmamaktadır.” şeklindeki gerekçe ile iptal kararını
kaldırmış ve davanın reddine karar vermiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kararlarda
bulunacak hususlar” başlıklı 24’üncü maddesinin “e” fıkrasında, kararın
dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesinin ve hükmün kararlarda belirtilmesi
öngörülmüştür.
Fıkrada geçen hukuku sebeplerden kasıt; yargı yerinin dava
konusu uyuşmazlık hakkında kurmuş olduğu hükmün dayandığı Anayasa, yasa, tüzük
ve yönetmelik hükümleri ile hukuk ilke ve kurallarıdır. Maddi olayın varlığına
veya nitelendirilmesine, maddi olaya uygulanacak hukuk kurallarının tespitine
ya da yorumlanmasına yönelik taraf iddialarından karardaki çözümü
etkileyebilecek nitelikte olup da yargı yerinin uyuşmazlık hakkındaki tespit,
nitelendirme, yorum ve uygulamasına uymayanların kararda karşılanması; başka
deyişle, hangi nedenle uyuşmazlığın çözümünde etkili olamayacaklarının
açıklanması da gerekir. Hukuk dilinde; kararda yer alan bu açıklamalara, “gerekçe”
denilmektedir.
Anayasamızın 141’inci maddesinin 3’üncü fıkrası, mahkemelerin
her türlü kararının gerekçeli olmasını zorunlu kılmaktadır. 2577 sayılı Kanunun
24’üncü maddesinin “e” fıkrası, bu zorunluluğu yasal alana taşıyan
düzenlemedir. Yargı kararlarının gerekçeli olması, aynı zamanda, Anayasamızın
36; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin de 6’ncı maddesinde koruma altına alınan
“adil yargılanma hakkı” kapsamındadır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular
dolayısıyla vermiş olduğu kararlarda belirtildiği üzere; adil yargılanma
hakkının alt unsurlarından biridir. Dolayısıyla; gerekçesiz verilmiş bir karar,
yalnızca Anayasanın 141’inci maddesiyle 2577 sayılı Kanunun 24’üncü maddesine
aykırı değildir; aynı zamanda, adil yargılama hakkının ihlali ile verilmiş bir
karardır.
Başka anlatımla; maddi olayı anlatıp, ilgili hukuk kuralını yazarak, bu duruma göre, işlemin hukuka uygun olduğunu ya da olmadığını söylemek, gerekçe değildir.Danıştay kararlarında da vurgulandığı üzere Mevzuatın yorumu ve açıklanan olaya uygulaması yapılmaksızın, dava konusu olay hakkında açıklama yapılmakla yetinilmesinin gerekçe olmadığı aşikardır.
Anayasa Mahkemesi de, bireysel başvuru yoluyla verdiği
kararlarda gerekçenin nasıl olması
gerektiği konusunda, benzer cümleler kullanarak; davaya konu olay ve olguların
mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm
arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta,
özenle seçilmiş sözcüklerle ifadelendirilmiş olmasını (AYM, İbrahim Ataş,
13.6.2013, 2013/1235, p. 23-27; Erkan Akış ve Diğerleri, 2013/6133, 13.4.2016);
kararın niteliği bakımından ayrı ve açık yanıt verilmesini gerektiren usul ve
esasa ilişkin iddiaların yanıtsız bırakılmamasını (AYM, Serap Öz, 2013/1394,
24.6.15) aramaktadır. Gerekçeli karar hakkını adil yargılanma hakkının bir alt
unsuru olarak gören Yüksek Mahkeme, gerekçe barındırmayan özellikle idari yargı
kararlarında ihlal kararı vermektedir.
Gerekçeye ilişkin yukarıdaki açıklamalar ile 15 Temmuz öncesi
ve sonrası ikinci şark polis davalarına ilişkin verilen kararlar birlikte değerlendirildiğinde, 15 Temmuz
sonrası verilen kararların gerekçe içermediği açıktır. Zira, somut olay ve
mevzuat birlikte değerlendirilse idi, hemen her yıl yapılan ikinci şark atamalarının
birçoğunun Yönetmelik maddesine aykırı olduğu gibi eşitlik ilkesine de aykırı
olduğu tespit dilecek ve 15 Temmuz öncesi verilen kararlardaki istikrar devam
edecekti.İdari davalar ve vergi davalarında idareyi yargılamakla yükümlü olan idari
yargı merciileri ve Danıştay, 15 Temmuz sonrası oluşan OHAL şartları ikliminde
hiç gerek yokken ve mevzuat değişmemiş iken verdikleri bu çelişkili ve gerekçe
barındırmayan kararlar ile idari yargıya olan güveninin azalmasına neden
olmuştur.