KAYABAŞI

Parselasyon İşlemlerinde Dava Açma Süresi

Parselasyon İşlemlerinde Dava Açma Süresi
Parselasyon İşlemlerinde Dava Açma Süresi

3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. Maddesi uyarınca yapılan ve parselasyon, şuyulandırma olarak adlandırılan imar uygulamaları parsel maliklerine tebliğ edilmemekte, genellikle belediyede ve mahalle muhtarlıklarında ilana çıkarılmakta, kesinleştikten sonra tapuya yazılarak yeni tapu evrakının düzenlenmesi sağlanmaktadır. Bu şekilde yürütülen süreç sonucunda parsel malikleri bazen yıllar sonra parselasyon yapıldığını öğrenebilmektedir.

2577 sayılı Kanunda idari işlemlere karşı dava açma süresi 60 gün olarak düzenlenmiş olup, parselasyon gibi mülkiyet hakkın özüne dokunan işlemlerde 60 günlük dava açma süresinin geçerli olup olmayacağı önem arz etmektedir.Yukarıda vurgulandığı üzere parselasyon işlemi ilgilisine tebliğ edilmediğinden ve yapılan uygulama ile parselin yeri, büyüklüğü, vb herşeyi değişebildiğinden dava açmak isteyenler için dava açma süresinin önemi büyüktür.

1970 yılından beri süregelen Danıştay içtihadı uyarınca, ilan tarihini dava açma süresine başlangıç kabul etmenin imkânsız olduğu kabul edilmekte olup, tebliğ yapılmayan hallerde her zaman parselasyon işlemine karşı dava açılabilmesi olanaklıdır. 

Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun, parselasyon planlarına karşı açılacak davalara ilişkin 12.02.1970 tarihli ve E:1969/2, K:1970/1 sayılı içtihadı birleştirme kararında “Anayasanın, idarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre aşımının, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı hükmü karşısında ilan tarihini dava açma süresine başlangıç kabul etmenin imkânsız olduğu, zira Anayasanın temel hukuk kuralları dışında bir konuyu ayrıntılarıyla düzenlemesi ve bu hükmün daha önceki yasalarda bulunup aynı konuyu düzenleyen hükümlere aykırı olması halinde konuyu yeniden düzenleyen Anayasa hükmünün uygulanmasının tabii olduğu” ifade edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E: 2008/5- K:2008/308 sayılı kararında da "Açıklanan anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında; gerek 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi ve gerekse 3290/2981 Sayılı Kanunun 10/C maddesine göre yapılan imar uygulaması işlemlerinin, idarece taşınmaz mal sahibine 7201 sayılı Tebligat Kanununun ilgili hükümleri uyarınca tebliği zorunlu olup; sözü edilen tebligatın, Borçlar Kanununun 128. maddesinin 2. cümlesinde yer alan ve muacceliyetin başlangıcı olarak işaret edilen "ihbar" mahiyetinde bulunduğu; dolayısıyla, idarece taşınmaz mal sahibine tebligat yapılıp ihbarda bulunulmadıkça, imar uygulamasından kaynaklanan alacağa ilişkin zamanaşımının başlamayacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu cümleden olarak, bedele dönüştürme işlemi sonucu malikin payına takdir edilen çekişmesiz bedelin ödenmiş olması ihbar ( tebligat ) mahiyetinde kabul edilip, on yıllık zamanaşımı başlangıcına ödeme tarihinin esas teşkil etmesi olanaklı değildir." şeklindeki gerekçe ile tebliğin zorunlu olduğu vurgulanmıştır. 

Anayasa Mahkemesince bireysel başvuru yoluyla verilen kararda (2014/7805) mahkemeye erişim hakkı kapsamında tebligat konusu ele alınmış ve :

"Buna rağmen yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerine göre tebligatın usulüne uygun olup olmadığına ilişkin ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren bu esaslı iddianın Bölge İdare Mahkemesi kararında değerlendirilmediği görülmektedir. Dolayısıyla Bölge İdare Mahkemesinin itiraz süresinin başlangıcına esas aldığı tebliğ tarihi itibarıyla başvurucunun itiraz istemine konu yargı kararından haberdar olup olmadığının tespiti noktasında somut olayın özel koşullarında gerekli özen yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemez. Bu itibarla Bölge İdare Mahkemesinin başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde itiraza konu kararın tebligatının usulüne uygun yapılıp yapılmadığına yönelik hiçbir araştırma yoluna gitmeksizin ya da değerlendirmede bulunmaksızın ihtilaf konusu tebligattaki tebliğ tarihinden itibaren itiraz süresinin başlatılması şeklindeki yaklaşımının hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde olmadığı ve başvurucunun mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. " 

şeklindeki değerlendirme ile somut olayın özel koşullarının mahkemece araştırılması gerektiği vurgulanmaktadır.

Keza 2013/4553 sayılı kararda: "AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması  gerektiğini ifade etmiştir."

2014/14359 sayılı kararda ise ;"Bu açıklamalar çerçevesinde İdare Mahkemesinin ÇED kararının öğrenilmesine ve değerlendirilmesine imkân tanımayan nitelikteki Valilik ilan tarihini esas alarak dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede güçleştirdiği tespit edilmiştir." gerekçesine yer verilmiştir. 

Tebligata ilişkin 2014/7805 sayılı kararda;"Bu itibarla Bölge İdare Mahkemesinin başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar çerçevesinde itiraza konu kararın tebligatının usulüne uygun yapılıp yapılmadığına yönelik hiçbir araştırma yoluna gitmeksizin ya da değerlendirmede bulunmaksızın ihtilaf konusu tebligattaki tebliğ tarihinden itibaren itiraz süresinin başlatılması şeklindeki yaklaşımının hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içinde olmadığı ve başvurucunun mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştırdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır." şeklindeki gerekçe ile mahkemeye erişim hakkı kapsamında ihlal kararları verilmiştir. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 36533/04 başvuru numaralı ve 14/10/2008 tarihli Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması hâlinde Sözleşmenin 6. maddesinin birinci fıkrası ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları mevcut olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmaları gerektiği belirtilmiştir.

Yukarıda kısa özetleri verilen yüksek mahkeme ve AİHM kararları uyarınca parselasyon işlemi ilgilisine tebliğ edilmedi ise (ki genellikle tebliğ yapılmamaktadır) öğrenme ile her zaman dava açılabilecektir. 


Av. Sadi KAYABAŞI 


Paylaş:
Son Blog Yazıları
6 Ekim 2024 Pazar
2021 yılında 7318 sayılı Kanun ile Petrol Piyasası Kanunu’nun “idari yaptırımlar” başlıklı 20. maddesine eklenen (g) bendi üzerine petrol piyasası faaliyetleri ile VUK’ta düzenlenen vergi kaçakçılığı suçu arasında bağlantı kurulmuştur. İlgili düzenlemeye göre bazı vergi kaçakçılığı suçlarının işlend...
25 Eylül 2024 Çarşamba
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile 5434 sayılı Emekli SandığıKanunu'nun bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, kamu tüzel kişiliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, hiç bir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanun'un yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte, 1. maddeye dayan...
23 Eylül 2024 Pazartesi
6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usülü Hakkında Kanun'un 37. maddesinde:"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir./Hususi kanunlarındaödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göreyapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde öden...