KAYABAŞI

Muris Muvazaası Nedeniyle Tapu İptal Davası

Muris Muvazaası Nedeniyle Tapu İptal Davası
Muris Muvazaası Nedeniyle Tapu İptal Davası

Miras bırakan yaşıyor iken mirasçılarından birinden veya birkaçından mal kaçırmak adına yapılan hileli ve göstermelik satışlara (devirlere) muris muvazaası denir. Muris muvazaasında, bir mirasçıyı kayırma ve bundan ötürü diğer mirasçıların miras hakkının zedelenmesi söz konusu olmalıdır. Genellikle hileli işlemde muris ile karşı taraf arasında gizli bir anlaşma mevcuttur. Gizli anlaşma, örneğin tapuda satış gibi gösterilen devrin aslında gerçek bir satış olmamasıdır. Yani gerçek işleme yönelik irade söz konusu olmadığı zaman gizli anlaşmanın varlığı kabul edilir.Bu durumun varlığı hâlinde muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açılarak haksız devrin ispatı ile işlem iptal edilebilir.

Muris muvazaası Türk Hukuku’nda her zaman önemini ve yerini koruyan bir konu olup, kişilerin gelenek ve göreneklerin etkisiyle muvazaalı sözleşmeler yapmaları sonucunda toplum ihtiyaçları sebebiyle ortaya çıkmıştır. Muris muvazaası kavramı kanunda açıkça düzenlenmemiş, Yargıtay içtihatlarıyla hukuk sistemimize girmiştir. 

 Muris muvazaasına ilişkin ilk Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı karardır. Söz konusu kararda; “bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.” denmek suretiyle muris muvazaasının varlığı kabul edilmiştir. 

Yargıtay kararları uyarınca muris muvazaası, görünürde gerçekleşen işlem ve gizli işlem olmak üzere iki işlemden oluşur. (Yargıtay 1. HD, 2015/10454)  Uygulamada genellikle ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile yada satış gösterilerek bağış yolu ile taşınmazların kayrılan kişiye devredildiği görülmektedir. 

Yine Yargıtay 1. HD'nin 2014/14001 sayılı kararında: "Muris muvazaası davasının temel amacı, miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma amacının olup olmadığının tespit edilmesidir. Tespitin sağlıklı yapılabilmesi için mevcut verilerin ve eldeki olguların çok iyi değerlendirilmesi gerekir. Ülke ve yörenin gelenekleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta makul bir nedeninin olup olmadığı, davalı yanın alış gücü, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki insani ilişki gibi olgular dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır" denilmekte olup, açılacak davalar incelenirken murisin gerçek niyetinin ortaya çıkarılması gerekmektedir. 

Keza Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/1531 Kararında da " temlik tarihinde miras bırakanın ekonomik durumunun iyi olması, taşınmaz mal satma ihtiyacının olmaması, taşınmaz devrinde o tarihteki değeri ile akitte gösterilen değer arasında fahiş bir fark olması, taşınmazı devralanın böyle bir ekonomik güçte olmaması gibi durumlar miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik hareket ettiğini ve yapılan temlikin muvazaalı olduğunu gösterir" denilmekte olup, her somut olayın kendi içinde değerlendirilerek mal kaçırma kastının tespiti önem arz etmektedir.

Ayrıca, 01.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır.Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için miras bırakanın asıl iradesinin ne olduğunun iyice araştırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü, yüksek mahkeme, muris muvazaasının varlığını miras bırakanın yapılan muvazaalı işlemde “mirasçıdan mal kaçırma kastı”nın bulunup bulunmadığına bağlamaktadır.

Yargıtay uygulaması, miras bırakanın birlikte yaşadığı mirasçısına yaptığı devirde diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının olmadığı, kendisine bakan mirasçısına duyduğu minnet duygusundan dolayı tapulu taşınmazını devrettiği bu nedenle muris muvazaasının şartları oluşmadığı, YİBGK’nun 74 tarihli İBK’nın uygulanamayacağı yönündedir. 

Öte yandan, Hukuk Genel Kurulu 2020/242 E. , 2020/712 K. Sayılı kararında vakıaları somutlaştırma yükünden bahsedilmiştir. Kararda;

"Taraflarca getirilme ilkesinin bir sonucu olarak davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları dava dilekçesinde bildirmesi gerekir. Kanun (m. 194) buna (vakıaları) somutlaştırma yükü demektedir. Bir davada, ispat faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya konulması gerekir. Bu şekilde somutlaştırma yükü (HMK m. 194) yerine getirileceği gibi davalı da bu vakıalara göre savunmasını yapacaktır. Dayanılan vakıalara uygulanacak hukuki sebepler de dava dilekçesinin zorunlu olmayan unsurları arasında sayılmıştır. Türk hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkim (HMK m. 33) için gösterilen hukuki sebepler bağlayıcı değildir. Buna karşılık, hâkim, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalarla bağlı olup, davacının bildirmediği vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hâllerde dâhi bulunamaz (HMK m. 25). Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar davanın temelidir. Çünkü, sadece bu vakıalar davanın sınırını çizmekte, hâkim ancak bu vakıalar hakkında inceleme yapabilmektedir. Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olduğu, yargılama sırasında ispat edilirse ve bu vakıalar, davacıyı talep sonucunda haklı gösteriyorsa, mahkeme davacının davasını kabul ederek, davayı davacı lehine karara bağlar." cümlelerine yer verilmektedir.

Keza Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin  Esas : 2016/19793 Karar : 2018/7457 sayılı kararında;

"Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinde dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar tek tek sayılmıştır. 119. maddenin (1.) fıkrasının e bendinde “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin”, f bendinde ise, “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin” belirtilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Tarafların dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmaları gerekir. Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur (HMK m.194). Somut olayda davacı kadın dava dilekçesinde iddialarını ispata yarayacak hiçbir delil bildirmediği gibi, tanık deliline de dayanmamıştır. Bu sebeple davacı kadının tanıklarının beyanlarına itibar edilerek hüküm kurulamaz. Açıklanan sebeplerle davacı kadının boşanma davasının reddi gerekirken, kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir." denilerek ispat yükünden bahsedilmiştir.

Keza, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2014/22052 E., 2017/2371 K. sayılı kararında;

"Hal böyle olunca; davacı tanıklarının adreslerine tebligat yapılarak, yöntemince duruşmaya çağırılmaları ve davacının iddiaları doğrultusunda beyanlarının alınması, bu şekilde toplanacak ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek murisin gerçek iradesinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır." gerekçesine yer verilmiştir. 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.2.2019 tarihli 2016/6207 Esas sayılı 2019/1460 Karar sayılı kararında: ” Somut olaya gelince; taraflar muris muvazaası hukuksal nedenine dayandıkları halde mahkemece muvazaa yönünden bir değerlendirilme yapılmış, iddia yazılı delil ile ispat edilmesi gerektiği gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Oysaki muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalar tanık dahil her türlü delil ile ispatlanabilecektir. Mahkemece yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli değildir.” denilmiştir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.2.2018 Tarihli  2015/6238 Esas sayılı ve 2018/935 Karar nolu kararında: “Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır" cümlelerine yer verilmektedir. 

Yargıtay 1. HD'nin 2013/13138 sayılı kararında;

"Somut olayda ise; yukarıda açıklanan olgular ile tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının olmadığı, tapuda satış biçiminde gösterilen temlik karşılığında davalının bedel ödemediğini tanıkların beyan ettikleri, murisin diğer kızına yaptığı temliklerin mal kaçırma kastı taşıdığından iptaline ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının bu dava bakımından da güçlü delil niteliğinde olduğu gözetildiğinde, mirasbırakanın asıl irade ve amacının satış olmayıp, mal kaçırma kastıyla davaya konu edilen temliki yaptığı anlaşılmaktadır." gerekçesine yer verilmektedir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2014/16629 sayılı kararında ise;

“... murisin sağlık sorunlarının bulunduğu, miras bırakanın eşi öldükten sonra 15 yıl kadar davalının yanında kaldığı, miras bırakana davalının bakıp ilgilendiği, ayrıca çekişme konusu taşınmazın minnet duygusu ile davalıya verildiği hususunun davacının da kabulünde olduğu

Anlaşılmaktadır". denilmektedir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas: 2016/798, Karar: 2016/4844 sayılı kararında; 

“... davalının 12 yıl süre ile muris ile birlikte yaşadığı, tanık beyanlarına göre murisin ölene kadar bakımının davalı tarafından yapıldığı, bakım karşılığı olarak dava konusu yerlerin davalıya devredildiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur.Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. ... miras bırakanın dava konusu taşınmazdaki payını temlikinde gerçek

irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, yıllardır kendisi ile ilgilenen, bakımını yapan (eşine) duyduğu minnet sonucu devri yaptığı sonucuna varılmaktadır.”

Ölünceye kadar bakma sözleşmesine ilişkin olarak da Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2016/11759 sayılı kararında;

"Diğer taraftan, ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (6098 Sayılı Türk Borçlar Yasasının 611. maddesi). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer (6098 Sayılı Türk Borçlar Yasasının 614. maddesi).

Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz. Ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi yaşama süresince bakımı gerektiren ve rastlantıya (tesadüfe) bağlı bir sözleşme türü olup TBK'nin 611. maddesi bakım alacaklısı yönünden gerçek kişi olması dışında özel bir nitelik öngörmemiştir. Bu bakımdan bakım alacaklısının akit anında özel bakıma muhtaç durumda olmasını aramak kanunda bulunmayan bir unsur ilave etmek olur.

Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır (6098 Sayılı Türk Borçlar Yasasının 19. maddesi). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunu değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 01.04.1974 gün ve 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.

Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir." cümlelerine yer verilmiştir.

Kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı kararından alan muris muvazaası kavramının varlığından söz edebilmemiz için, İBK' da değinildiği üzere, miras bırakanın muvazaalı işlem yapmadaki amacı mutlaka mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır.

Muris muvazaasında, miras bırakanın iradesinin mirasçılardan mal kaçırmak olup olmadığını, her somut olayın durumuna göre detaylı bir inceleme yaparak hakim takdir edecektir. Miras bırakanın mal kaçırma kastının olduğuna yönelik emareler varsa bunun olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir, bu konuda genel geçer bir kural aramak adil olmayan sonuçlar doğurabilir.

Yargıtay, muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için; uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlamaktadır. Bu itibarla, yüksek mahkeme verdiği birçok kararda, bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesinin de büyük önem taşıdığını vurgulamaktadır. 


Av. Sadi KAYABAŞI 






Paylaş:
Son Blog Yazıları
25 Eylül 2024 Çarşamba
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile 5434 sayılı Emekli SandığıKanunu'nun bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, kamu tüzel kişiliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, hiç bir işleme gerek kalmaksızın, bu Kanun'un yürürlük tarihi itibarıyla görevleri ile birlikte, 1. maddeye dayan...
23 Eylül 2024 Pazartesi
6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usülü Hakkında Kanun'un 37. maddesinde:"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir./Hususi kanunlarındaödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göreyapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde öden...
16 Eylül 2024 Pazartesi
4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun 3-e bendinde: "Katılımcı: OSB’lerde, bir işletmeninkurulması için parsel tahsisi veya satışı yapılanlar ile maliki bulunduğu parselde üretimde bulunan veyabulunmayı taahhüt eden ve bu Kanunun amacına uygun faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişi ile f...